21 Eylül 2014 Pazar

İskoçya'da İngiltereden bağımsızlık için referandum yapıldı

İskoçyanın bağımsızlığı için yapılan halk oylaması için birkaç söz etmek istiyorum.

1- Yıllarca İskoç milliyetçiliği yapmalarına (brave heart ruhu) rağmen bağımsızlık için yapılan oylamada hayır çıkması utanç verici bir durum.
2- Düz mantık açısından ise doğru olan yaptılar. Çünkü iskoçyanın şu anda dünya pazarlarına ürettiği birşey yok, ayrılsalarda yine ekonomik olarak bağımlı kalacaklardı.
3- Ancak evet çıkması durumunda tüm dünya rahat bir nefes alacaktı. İngiliz'lerin gururlarının kırıldığını görecek, dünyayı birçok bölgesinde ülkeleri bölmeye çalışan bir ülkenin kendisinin bölünerek ders aldığını görecekti. Belki dünya rahat bir nefes alırdı.
4- İskoçlar bu gün olamasa bile ilerde bir gün İngiltere'nin ekonomik olarak zayıfladığı zaman bağımsızlığını alacaklardır.
5- Bölünme korkusu yaşayan tüm ülkeler bu halk oylamasından ders çıkarmalıdır. Bölünmek istemiyorsanız ekonominiz iyi olmalıdır. Eğer İskoçlar kadar aşırı milliyetçi bir millet kendilerine karşı bu kadar acımasız (http://en.wikipedia.org/wiki/Highland_Clearances) davranan bir devletten ekonomik nedenlerle ayrılamıyorsa ekonominin önemini anlamalıyız.
6- İngiltere İskoç'lara karşı sadece zalim olmadı aynı zamanda dilleriini, kültürlerini de yok etti. İskoçyada nüfusun sadece %1.1 i iskoçça konuşabiliyor. (http://en.wikipedia.org/wiki/Scottish_Gaelic)
 

19 Mayıs 2014 Pazartesi

GEZİ RUHU ve VANDALLIK


 GEZI ruhunun Türk halkına verdiği zararın boyutunu SOMA kazasında anlamaya başladık, zamanla daha iyi anlayacağız. Artık aklı selim ile konuşamıyoruz. GEZİ ruhu toplumun barışçıl gösteri hakkının, yönetimi eleştirme hakkının vandallara devredilmesine neden olmuştur. Muhalefet vandallığı, terbiyesizliği ve seviyesizliği bir hak olarak politika yöntemi olarak görmeye başlamıştır. Bu da diğer insanların politikadan uzaklaşmasına neden olmaktadır. Onları bi...rer taraf haline getirmektedir..

Bir maden kazasında, kazanın nedeni, kimin sorumlu veya suçlu olduğu, üzülmek ve üzüntümüzü paylaşmak, bu tür olayların bir daha olmaması için hükümete ve millet meclis meclisine baskı oluşturmak yerine GEZİ ruhunun çirkefliği, seviyesizliği, vandallığı ile uğraşıyoruz.
Artık sade vatandaş tüm gösterileri hükümete, istikrara, ülkenin kalkınmasına, dış güçler ile işbirliği içinde bazı grupların organize ettiğini düşünüyor. Bu ise vatandaşın demokratik haklarını seslendirmesine engel oluyor. Demokrasimizi olaylar karşısında halktan geri besleme almasına engel oluyor. Artık tüm olaylarda hortlak gibi bekleyen GEZIciler ve iç ve dış destekçileri, yarım bıraktıkları işi tamamlamaya çalışıyorlar.

GEZİ ruhunun hedefi ne pahasına olursa olsun hükümeti devirmek. Sonrası ne olacak, umurlarında değil. Halbuki GEZİ ruhunun en büyük destekçileri, işçileri olan orta zenginlikte veya okumuş ve ülkemizin yönünün batı olması gerektiğini düşünen insanlar istikrarın bozulmasından en büyük zararı görecek grup olacaktır. Çünkü bu insanlar, bir çoğu ev veya araba borçları dış bağlantılı firmalarda işler veya dış ticaret ile yüksek maaşları veya kazançları bu hükümetin sağladığı istikrar ortamında zenginliklerini koruyorlar. Ülkemiz içine kapansa, demokrasi ve hukuk sisteminin zarar görmesinden en büyük zararı görecek bu kesim olacaktır.

Bu kesimdem daha zengin bir azınlık ise GEZİ organizatörleri, asıl zenginler ise istikrarın bozulmasından, ülkenin içe kapanmasından karlı çıkacaklar. Onlar ne istedikleri biliyorlar, istedikleri demokrasi değil, adalet değil, hukuk değil sadece iktidar istiyorlar. Millet meclisinin kendilerinin üstünde olmasını kabullenemiyorlar. Pijama ile başbakan karşılamak istiyorlar. Her istediklerinin kanun olmasını istiyorlar. Ülkenin sahibinin kendileri olduğunu düşünüyorlar.

Yani GEZİ ruhu 60 yıllık birkaç darbe ile kesilen demokrasimize karşı yapılan en ciddi saldırıdır. Saldırdığı şey insanların demokrasiyi yaşamasına vandallık ile engel olmaktır. Sanırım başarılıda oldu, artık iyi eğitimli insanlarda da vandallığa karşı bir yönelim görüyorum. Buda beni ülkemizin geleceği için endişe duymama yol açıyor.

4 Mayıs 2014 Pazar

DERİN RUS DIŞ POLİTİKASI

Ukrayna da gördüğümüz gibi derin Rus dış politikası Bizans politikasını veya İngiliz politikasını aratmıyor. Sanırım bu politika birkaç yüzyıldır değişmedi. Gözlemlerime göre derin Rus dış politikasını şöyle özetledim.

 1-Komşu ülkelerdeki azınlıkları ve yönetimden memnun olmayanları tespit et.
2- Bu tür gruplara silah ve mühimmat temin et, eğitimlerini sağla onları isyana teşvik et,
3- İsyan çıkması durumunda Rus özel birliklerini o ülkeye göndererek, isyancıların arasında bu birliklerin sivil kıyafetlerle görev yapması ile o ülkenin isyancılara karşı polis kuvvetlerinin yetersiz kalmasını sağlayarak askeri birlik kullanılmasını zorunlu bırakmak.
4- O ülke içindeki isyan askeri seviyeye çıktığı zaman, olayı diplomatik olarak uluslar arası bir problem haline getirmek. Diğer ülkeleri dış askeri müdahaleye ikna etmek.
5- Savaş açarak iç karışıklık içinde olan o ülkenin toprağını ele geçirmek veya kendine bağımlı uydu devlet haline getirmek.


Bu politikayı Osmanlı imparatorluğu zamanında Sırbistan'da, Yunanistan'da, Bulgaristan'da kullandı. Bu milletlerin Osmanlıdan kopması sağlandı. Daha sonra bu politikayı Ermeni'ler üzerinde uyguladı, ancak batı ülkeleri Rusya'nın dengeleri değiştirecek şekilde ölçüde büyümesine engel olmak için bu politikaya Berlin konferansında izin vermedi.

Bu politika şimdi Ukrayna'da uygulanıyor. Ukrayna içinde ayrılıkçıları uzun süreden beri Rusya silah ve eğitim olarak hazırlıyor. Ukrayna içinde isyancılar arasında Rus özel birlikleri var. Bundan dolayı Ukrayna hükümeti bu isyanları polis kullanarak bastıramıyor. Şu anda Rusya Ukrayna'ya karşı bir askeri dış müdahale için diğer ülkeleri ikna etme aşamasında. Diğer ülkeleri ikna edebilirse Ukrayna'yı işgal edecek. En azından bir kısmını yutacak.

Ama batı ülkelerinin Ukrayna'yı Rusya'nın yutmasına izin vereceğini zannetmiyorum. İnşallah Rus politikasını yapan kişiler Ukrayna'yı kendilerine bırakılacağına inanacak kadar hayalci ve salak değildir.

Bu saldırgan derin Rus dış politikasına karşı sürekli uyanık olmak gerekiyor.

6 Ocak 2014 Pazartesi

Betonarme'nin Gücü

İkinci dünya savaşında Berlin'i hava saldırılarına karşı korumak için yapılan efsanevi FLAK TOWERS (Flak batarya kuleleri). Tüm havadan ve karadan bombalamalara karşı savaştan sonra ayakta kaldılar. Savaşın içinde Berlin'de sadece 6 ayda buna benzer 3 adet kule yapılmıştı. (http://en.wikipedia.org/wiki/Flak_tower)






Resim: Berlin'deki flak tower lardan birinin savaşın sonundaki durumu (http://theelephantgate.weebly.com/the-war-comes-to-the-zoo.html).

Bir diğer ikinci dünya savaşı Alman betonarme yapısı u-boat bunkeri veya diğer bir deyişle denizaltı için betonarme korumalı limanlardır.  İngilizler 14 June 1944 - Le Havre deki u-boat bunkerine tallboy adı verilen 5400 kg lık deprem bombası ile havadan saldırdılar ve tam üstüne isabet ettirdiler. Bu bunkerlerin çatısında 2 adet 2.5 metre kalınlığında betonarme yapı bulunmaktadır. Bu saldırıda bunkerin ilk katı bir miktar hasar görmesine karşın yıkılmamıştır.  Bu bunkerlerden bazıları halen ayaktadır.


Resim: İkinci dünya savaşı sırasında çekilmiş u-boat bunker fotoğrafı. (http://www.uboataces.com/images/bunker-lorient.jpg)



Resim2: Fransa'da ikinci dünya savaşından kalma bir u-boat bunkerin günümüzdeki durumu. (http://www.uboat-bases.com/en/Lorient/welcome.html)

HSYK NEDEN KALDIRILMALI

Hakimler ve savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) anayasanın hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Kapatılması için Anayasa Mahkemesine dava açılmalıdır.

Çünkü Hakimler adalet dağıtan kişiler, savcılar ise devletin veya kamunun avukatlarıdır. Savcılar ile avukatlar adalet önünde aynı seviyededir. Hakimler ise tarafsızdır, iki tarafada eşit uzaklıkta olmalıdır.

Hakimler ve savcıların aynı kurum altında olması hakimlerin tarafsızlığını bozar. Avukatlara ve savunma tarafına karşı ise haksızlık oluşturur.

Hakimler için bağımsız ayrı kurum olmalı. Savcılar ise Adalet Bakanlığına bağlanmalıdır.

SAVCI VEYA KAMU AVUKATI

Hukuk devletinde hukuk sisteminin temeli mahkemelerdir. Mahkemelerde taraflar vardır, tarafları savunan kişilere avukat denir. Eğer taraflardan biri kamu ise, kamu adına avukatlık yapan kişiye savcı denir. Mahkemede avukatların savunma, suçlama yada hak arayışlarını değerlendiren kişiye hakim veya yargıç denir.

Demokratik hukuk devletlerinde avukat ve savcı aynı haklara sahiptir. Hatta avukat daha fazla hakka
sahiptir. Çünkü mahkemeler sanığı başlangıçta suçsuz kabul edip, aklanmasını sağlamaya çalışmalıdır. Savcı devlet demek değildir, devletin veya kamunu avukatıdır. Devletin veya kamunun avukatı olması ona mahkemede bazı haklar tanımaz, diğer avukatlarla aynı haklara sahiptir.

Mahkemeler adaletin tecelli ettiği yerlerdir. Kanunların uygulandığı yerler değil. Adalet kamu oyunu tatmin eden veya diğer bir deyişle kamu oyunda kararın doğru olduğunu ezici çoğunluğun kabul ettiği durumlardır. Bundan dolayı kanunları hukukçular değil milletin temsilcileri hazırlar. Aslında kanunlar çok da gerekli değildir. Ancak farklı mahkemelerin farklı farklı sonuçlar verip kamu oyunda kafa karışıklığı oluşturmaması için standartlaşma sağlamak adına hazırlanır.

Savcı kamu adına avukatlık yapan kişidir. Bir avukattan daha fazla hakka sahip değildir. Bu kadar çok kişinin (içlerinde hukukçularda var) hukuk dan anlamamasını anlayamıyorum.

Hukuk sisteminde yüceltilmesi gereken şey adalet ve kişi haklarıdır, kanun değil.

ÜNİVERSİTE SEÇME SINAVI HAKKINDA

Son olaylar dahil olmak üzere, bir çok olay yüksek eğitim sistemimizin ne derece başarısız olduğunu göstermektedir. Bu eğitim sistemi liselerden mezun olan yüksek zekalı insanları bir yarış içine sokarak onları doktor veya elektronik/bilgisayar mühendisi gibi yarış sonunda kazanılacak ödül olarak düşünülebilecek mesleklere teşvik etmektedir. Çünkü çok para ve emek... harcanarak kazanılan bir şeyin ödülünün büyük olması beklenmektedir. Dolayısıyla istisnalar kaideyi bozmamakla birlikte, üniversitelerden yüksek zekalı hukukçu, maden, malzeme, fizik, kimya, jeoloji, jeodezi mühendisliği gibi zeka gerektiren alanlarda mezun çıkmamaktadır. Bu ülkemiz için telafi edilemez büyük kayıptır.

Yüksek öğretim sistemimizin üniversite seçme sisteminden başlanarak yeniden ele alınması gerekiyor. Günümüz üniversite seçme sistemimiz çoktan seçmeli sorulara ve ezbere dayalı, küçük problemlerin çözümü konusunda başarılı kişileri öne çıkarmaktadır. Üniversite seçme sistemimiz uzun süreli sorular ve zeka unsurunu da ekleyecek şekilde esnek hale getirilmelidir.

Üniversite seçme sınavı üç seçenekli olmalıdır. Kişi bu üç seçenek den biri veya birkaçıyla üniversiteye başvurabilmelidir.
1- Üniversite seçme sınavı (ÜSS): Bu sınava lise mezunları girebilmelidir. Bu günkü üniversite seçme sınavı ile aynıdır.
2- Üniversitelerin orta öğretim başarı notu ile seçim (ve/veya ardından yapılan sınav) ile kendi öğrencisini kendi seçmesi. Bu öğrencilerin lise mezunu olması istenmelidir.
3- Üniversitelerin kendi yaptığı mülakatlar ile öğrenci üstün zekalı öğrenci almaları. Bu tür mülakatlara gireceklerden lise mezunu olmaları ve yaş sınırlamaları beklenmez.

Bir öğrenci eğer lise not ortalaması yüksek ise birden fazla üniversiteye ve bölüme başvurabilir, aynı zamanda ÜSS ye katılabilir. Bir diğer öğrenci sadece ÜSS ye katılabilir. Bir diğer öğrenci yüksek zekalıdır, hiçbir sınava girmeden üniversitenin kendi değerlendirmesi ile eğitim durumu ve yaşı dikkate alınmaksızın üniversiteye kabul edilebilir.

Üniversiteler her sene alacakları öğrencileri hangi oranla hangi yöntemle alacaklarını önceden belirleyeceklerdir. Ancak üniversiteler alacakları öğrenci kontenjanları için en az %30 unu ÜSS için , en az %5 unu üstün zekalı öğrenciler için ayırmaları zorunludur. Üstün zekalı öğrenciler için ayrılan kontenjanın maksimum sınırı olmalıdır(%10). Ancak kontenjanlar dolmaz ise diğer yöntemlerle öğrenci alabilir.

Sonuç olarak ülkemiz gelecekte iyi bir yere gelecek ise genç nüfusumuzu iyi kullanarak, ve bu genç nüfus içinden çıkabilecek üstün zekalı insanları iyi değerlendirerek olacaktır.